17 Kasım 2011 Perşembe

HANGİ SES SENİN SESİN OLABİLİR Kİ...


Radyoda bir kaval sesi bu sabah
Bağdaş kurup oturdu soframa
"Ekmeğim tazelendi sanki
Dağlı çiçekler serpildi yalnızlığıma
Biliyorum çaresi yok bu çilenin
İşte gerçek
Çıplak bir kaya gibi karşımda
Çay kırmızı bakıyor zeytin kara
Yine de susmuyor içimdeki pınar
Yaslanıp çok uzaklardaki dağlara
Az da olsa
Mor bakmak istiyorum insanlara"
Adnan Yücel
Yalnızlık, kalabalıklar içinde yalnızlık... bazen öyle bir boğar ki bizi, kendimizi mümkün olduğunca oralardan uzak varsa yalnızlıklar rıhtımına atmak isteriz. Sadece yüreği, düşleri, bedeni ve duygularıyla. Yeşilin çiçeklerle dans ettiği, kuşların sesleriyle ruhumuzu okşadığı doğanın sesini duymak isteriz. Zor evet o büyük kalabalıklardan kendini yalıtmak, başka diyarlara yüreğini taşımak, başka maviliklere yelken açmak ama imkansız değil ... Bazen de yalnızlık sıkar bizi yanı başımızda bir dost sıcaklığı, bir yol arkadaşı sesi, yüreğimizin yanında coşkun bir sevdalı aşk yüreği olsun isteriz... İsteriz ki kalabalıklar içinde yalnızlığa mahkum olmayalım. Ama en kötüsü de bu değil mi? Yüzlerce milyonlarca insanın arasında olabilirsin, ama yalnızlık duygusu yaşamaman içten bile değil. Hele şu dönemde bireycileşmenin ön plana çıkarıldığı her taraftan 'gemisini kurtaran kaptan' seslerinin yükseldiği bir ortamda, sevginin, dostluğun, aşkın çıkar ilişkileri üzerinden ve markalarla sağlanabileceğinden dem vuran bir anlayışın hakim olduğu günümüzde; yüreği ve umudu yaşamın anlamında saklı olduğuna inanların artık yürümesi ve hayatı sahiplenmesi gerekmiyor mu? Sesini yeni seslerle buluşmasını sağlaması ve güneşin doğuşuna - batışına aynı yüreklerle, düşüncelerle bakmak gerekmiyor mu?
Evet içimizdeki pınarları kurutmadığımız sürece ve aynı kendi duruluğunda akmasını sağladıktan sonra, hangi rüzgar neyleyebilir ki? Hangi karanlık seni ışıksız bırakabilir, hangi zindan yüreğini hapsedebilir... Hangi ses senin sesini susturabilir... Bilirsin ki insan için olan, yaşamdan kopmayan her ses karşılığını bulur, her gemi limanına sığınır, her nehir okyanusuna ulaşır her yürek yarına yelken açar. O bizim yüreğimiz istediğimiz gibi akmalı, istediğimiz gibi gökkuşağının bütün renkleriyle yaşamı kucaklayabilmeli, hangi renkte buluyorsa anlamını o renkle kucaklamalı arkadaşını, sevgilisini, dostunu ve hayatın bütün güzelliklerini. Yarınlar yeni sabahlar yaratıyor ve yeni sabahlar taptaze umutlar getiriyor. Ve yarınlar hep düşlediğimiz renklerle dolu olsun, umudun ve sevdanın eksilmemesini istiyorsak hem kendi hem de dostlarımızın gözlerinden umut-umutlar yükleyelim yarınlara... Yeni bir gün, gökyüzü gride olsa ve belirsizlik taşısa da sen içindeki renkleri canlı ve yaşanır kıldıktan sonra hangi karamsarlık onun önüne geçebilir ki? Yarınları istediğimiz renklerle kucaklayabilmek için, istediğimiz yaşama merhaba diyebilmek için yürü umuduna, yürü sevdana, yürü özgürlüğün mavisine…