5 Aralık 2011 Pazartesi

SUSARKEN KONUŞABİLMEK


Susan nedir diye sorun
Size duvarları anlatayım
Beyaz, bembeyaz, yine beyaz
Gönül torağının üzerine örülmek istenen
Harcı acıyla, zulümle kavrulmuş
Soğuk ve yüksek duvarlar

Konuşan nedir diye sorun
Size yüreğimi anlatayım
Coşkun, sevdalı, umut dolu
Şarıl şarıl akan pınarın
Tatlı sularında yıkanan yüreğimi
Parmaklıklar ardına sığmayan yüreğimi
29.07.2004 / Kandıra


Susan nedir? Susan kimdir? “Susan” benim!... “Sustuğum” için yaşamdan kopuk sayılan benim. “Sustuğum” için yargılanan-sorgulanan yaşama karşı sorumsuz davranan yine benim. “Sustuğum” için sevgimi ve aşkımı gösteremeyen, umudu ve sevinci yaşatamayan, engelleyen benim!... “Susmak” yaşamda nasıl karşılık buluyor, ve yaşamdaki gerçek anlamı neresi? Kime ve neye göre susmak. Susmamak, sevgi üzerine saatlerce, günlerce konuşmak methiyeler düzmek, anlamını açıklamak mıdır ? Bu mudur sevgiyi savunmak? Bu mudur onun yaşamda anlam bulmasını savunmak? İlla sevgi konuşarak mı yaşanır-yaşatılır, konuşarak mı savunulur? Birkaç anlamlı cümle, çıkarsız bir tebessüm, yüreğin coşkunluğuyla parıldayan bir çift göz nedir öyleyse? Sözcüklerden önce asıl olan senin yaşama, çevrene karşı duruşun değil midir, umutlarının-düşlerinin hayat bulması için yaşama karşı pratiğin değil midir? Eğer hayatın gerçekten bize ve düşlerimize dokunmasını istiyorsak yüreğimizin kuytu karanlıklarını saatlerce methiyeler düzüp konuşmak, anlatmak değil, sevdalı bir bakış anlamlı bir cümle yeter.
“Susmanın” yaşamda karşılığı kaybet mi olmalı? Tekrar soruyorum susmak nedir? Saatlerce konuşan birisi susamaz mı? Kalabalıklar içinde yalnız kalınırken cümleler içinde suskun kalamaz mı? Konuşurken bile sustuğu olmamışmıdır? İnsan konuşurken aynı anda susabilirde, söylenen söz, kurulan cümle, yaşamda anlam bulmuyorsa, ırmak olup okyanusa akamıyorsa konuşmuş sayılır mı? Bir kardelen onca acıya, zulme ve zorluğa karşı nasılda kendini bütün ihtişamı ile gösteriyor değil mi? Direnciyle konuşuyor, umuduyla haykırıyor değil mi? Öyleyse konuşmamanın susmak olmadığını anlamak için bazen bir çiçeğe, bazen güneşe, bazen maviliklere, bazen rüzgara, bazen yağmura ve bazen de enginliklere bakmak gerekir. Yaşamdaki asıl susan, konuşamayan şeyleri ise görmezden geliyoruz, bunların yanında farkında olmadan çevremizde örülen suskun duvarları göremiyoruz.
Duvarlar, betondan kat be kat örülerek yapılmış soğuk duvarlar. Bazen umutların kapatılıp sıkıştırıldığı yerler, bazen gökyüzünün mavi atlasından bir parçanın sunulduğu anları yaratan mekanları çevreleyen soğuk duvarlardır. Bazen yüreklerin susturulması için etraflarına çitlerle örülen bir duvardır. Farkında değilizdir, habersiz etrafımızda yükselen duvarlardan, görürüz denizi, masmavi atlas gibi duran gökyüzünü, yeşilin hayatımıza nasıl renk kattığını biz bu güzellikleri görüp tanık olurken çoktan etrafımızda yükselmiş-yükseliyordur korku duvarları. İş yerlerinde günün ritmi içinde yoğunlaşan beyinlerle başka şeylere bakamaz oluruz, sokağa çıktığımızda tanık olduğumuz bütün yabancılaşmışlıklar, ilişkiler artık öyle bir hal almıştır ki etrafımızda olan bitene o kadar duyarsızlaşmışızdır. Evimize gittiğimizde kendimizi kaptırırız bir maçın ve bir dizinin heyecanına, geri kalan sorunlar mı? Kim takar kimin umurunda olur ki? Önemli olan dizinin bu bölümünde hangi olaylar baş gösterecektir, maçı kim kazanacaktır, gerisi boştur, örülen duvar artık evimizin içindedir, beynimizdedir bizim haberimiz yoktur. Duvarların soğukluğunu tattığımızda, içimizde hissettiğimizde üzerinden çok şey geçmiştir, artık duygular köreltilmiş, yürekler susturulmuş, ilişkiler bir kaç an ve şeyden ibaret kalmıştır.İşte o zaman suskunlaşmışızdır. Tepki göstereceğimiz anda susmuş, haykıracağımız anda derin bir uykuya dalmışızdır, sabahları artık güneşin güzelliğini, doğanın direngenliğini fark etmez olmuşuzdur.
Oysa biraz yüreğimizi dinlesek, yaşama biraz daha anlamlı bakabilsek , etrafımızı biraz izlesek ve yaşanan olaylara karşı sorgulayıcı yaklaşabilsek o coşkuyu, umudu, içimizdeki beni görmemizi hangi durum engelleyebilir ki? Gürül gürül çağlayan pınarların duruluğu gibidir yüreklerimiz, akar günlerce aylarca ve senelerce o aktığında biz hayatı her anında yeniden farkedebiliriz. İşte o zaman hangi duvar seni içine hapsedebilir, hangi kilit düşüncelerine kilit vurabilir ki...Evet yeni bir gün duygularının, düşüncelerinin ve özlemlerinin çağlayanlar gibi akacağı zamana ilk adımını yada yarım kalmış adımlarını atacağın gün bugün yarın değil, yarın baktığımızda aynı yoğunluğu bulamayabiliriz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder